Yeni Türkiye: Erdoğan İnşaat Sanayi Ticaret Madencilik A.Ş
Hepimizin karşısında çok basit bir soru var, Erdoğan nasıl bir rejim
istiyor? Bu rejimin ideolojisi ne, temel ilkeleri neler, nasıl bir
çerçeveye sahip?
Bu rejimin ne olmadığını Erdoğan’ın açıklamalarından anlıyoruz. Bu
rejimde kuvvetler ayrılığı ilkesine yer yok. Bir Umut Sarıkaya
karikatürü gibi Erdoğan Montesquieu’dan beri gelen, dünyanın bütün
demokratik ülkelerinde kabul edilmiş çok ciddi bir ilkeye şu mantık
yürütmesi ile karşı çıkıyor “
işte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor”
Dolayısıyla bu rejimde “
kuvvetler birliği” ilkesi hakim.
Bu rejimde yasamanın görevi “halkın yarısının desteklediği” bu
yönüyle “milli irade”nin vücuda gelmiş hali olan Erdoğan’ın dilek ve
isteklerini yerine getirmek için kanunlar çıkarmaktan mürekkep. Ne
diyor?
“Bir insan bir partinin bayrağı altında seçime giriyorsa
ondan sonra o parti ile birlikte hareket eder. Ayrılıyorsa da sadece
partiden ayrılmaz. Eğer dürüstse o zaman parlamentodan ayrılır,
milletvekilliğinden ayrılır.”
Yani
Erdoğan’a göre milletvekillerinin özgün görüşleri, fikirleri olamaz. Parti ne diyorsa emir eri gibi uymakla yükümlüdür.
Neden? Çünkü milletvekilleri esasında “millet” tarafından seçilmiyor.
Parti tarafından atanıyor. Öyle olunca da bir partiden ayrılmak demek,
esasında milletvekili görevinden de ayrılmayı gerektiriyor. Bu yüzden
milli iradenin kendisinde tecessüs ettiği kutlu şahsiyet, bu neviden
milletvekillerinden ibaret bir Meclis tarafından denetlenme külfetine de
katlanmak istemiyor. Her biri kendi atadığı (veya daha kötüsü alenen
halkın çoğunluğu ile aynı yönde oy vermeyen bir takım odaklar
(muhalefet) tarafından seçilmiş) adamlardan oluşan bir yasama organına
kamu bütçesinin nasıl harcandığı gibi konularda hesap vermek yerine,
Sayıştay yetkilerini külliyen budamak gibi pratik bir yöntemle zaman
tasarrufu sağlanıyor. “Hesap verilecekse millete veririz, millet hesabı
sandıkta sorar”
Bu rejimde
yürütme organının görevi de Erdoğan’ın emir ve talimatları doğrultusunda hareket etmekten ibaret. Nitekim bu görüşünü de şu nezih ifadelerle ortaya koyuyor:
“Bakanlık
varken her şey cici güzel, bakanlıktan ayrıldıktan sonra kalkıyor ‘ben
filanca bakanı beğenmedim’ diyor. Senin böyle bir yetkin mi var ya. Önce
bir haddini bil”
Bu rejimde “hukukun üstünlüğü”, “yürütmenin yasama tarafından
denetlenmesi”, “kanunların anayasaya uygunluğu” , adil yargılanma,
masumiyet karinesi gibi ilkelere de yer yok. Bunlar da milli iradenin
önünde engel koyan bir takım “bürokratik” düzenlemeler.
Hesabı
yalnızca sandıkta verecek olan kutlu zatların önünde hesap sormaya
kalkan ve hiçbir yerden oy almamış bir takım “bürokratların” denetimi de
kabul edilebilir değil. Bu yüzden Erdoğan ne diyor? “Benim polisim”, “Benim yargıcım”, “Benim savcım.” Devletin değil, bizzat kendisinin.
Dolayısıyla bu genel rejimin çerçevesini şu şekilde çizebiliriz,
Bu rejimde bir kere “sandık” var. O sandıkta nasıl oy kullanıldığı, siyasi rekabetin adil olup olmadığı önemli değil.
Sandık 4 yılda bir konuluyor, hesaplar soruluyor, ne çıkarsa bahtına.
Sandıkta verilen oylar da öyle partiye filan değil, tüzel kişiliklerin
yeri yok, oylar o partinin başkanı kimse doğrudan ona veriliyor. O şahıs
da büyük bir kurumla
Yürütme organının başına geçiyor. Yasama, yargı bu şahsa bağlı. Hiç değilse önünde iki büklüm. Herkes bunun emirlerine uymakla mükellef. Bu şahıs milli iradenin ta kendisi.
Dolayısıyla
bu rejimde elbette bir seçilmiş, ayrıcalıklı, elit bir grup var. Bunlar “milli iradenin” temsilcisi olanlar ile onun yakınları.
Bunlar bir kere seçilmiş bulundukları için her türlü denetimin,
sorgunun, sualin üstündeler. Bunlar hesap verirse sadece “Milli
irade”nin temsilcisi olan şahsa verirler, hatta tokat da yiyebilirler.
Bir de ötekiler var. Bu ötekiler de türlü tezvirat ve eleştiri ile
“millet tarafından kendisini yönetme görevi verilmiş mübarek şahsın”
önünde engeller oluşturan, her tür insani duygudan muaf düşmanlar.
Bunlar sermaye içinde olabilirler, medyada olabilirler, siyasette
olabilirler. Bunların da yok edilmesi, hiç değilse araçsız bırakılması
gerekiyor.
Maazallah bunların eline bir güç verilirse, çok
kıymetli milleti de “yanlış yönlendirip”, “kara propaganda” ve “bir
takım oyunlarla” bu sevgili zatın etrafından ayırabilirler.
Dolayısıyla basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü efendim toplantı ve gösteri
özgürlüğü diye bir şey yok. Adam gibi milli iradeye uygun hareket
edilecek..
Bu rejimde millet nerede? Millet ikiye bölünmüş. Bir
tarafta milli iradeye biat etmeyen insan grupları var. Bunlara kısaca
terörist, marjinal, atheist, tinerci, ayyaş, çete üyesi, imam hatip
lisesinde değil de başka okullarda okumuş, kürtajcı, kızlı erkekli aynı
evde kalan çapulcu diyoruz. Diğer tarafta da milli iradenin etrafında
hizaya gelmiş, partiye üye olmuş hiç değilse oy vermiş, içki içseler de
ayyaş olmayacak olan insanlar var.
“Millet” derken de esas olarak bu insanlar kastediliyor. Kalan “azınlık” da “millet düşmanı” olarak tasnifleniyor.
Sermaye de emek de kalan bütün her şey de bu çerçevede ikiye ayrılıyor.
Örneğin “Milli sermaye” AKP’ye oy veren işadamlarından mürekkep, kalanı
“kökü dışarıda odaklara çalışan malum çevreler”
Erdoğan’ın hayal ettiği, “Yeni Türkiye” dediği, bunun için “istiklal
harbi” başlattığı rejimin üç aşağı beş yukarı genel çerçevesi bu.
Elbette böyle bir rejime demokrasi denmiyor. Bütün gücün tek bir kişinin
elinde toplandığı, kuvvetler birliği ilkesine dayanan ve kimseye hesap
vermeyen iki tip rejim var: Diktatörlükler ve Mutlak Monarşi.
Bu zamana kadar Erdoğan’ın “şeriat ile yönetilen bir diktatörlük”
arzu ettiği yönünde çok fazla yazıldı çizildi. Bu görüşe de katılmak
mümkün değil. İslam Şeriatı’nın da bazı kuralları var. Herhalde “
Hz. Ebu Bekir halifeyken geçinmek için bir Yahudi kadının keçilerini sağardı” hikayeleri ile kalbini dolduranlar da bunu bizim kadar bilecektir
.
Beyt’ül mal konusu önemli. Halkın parasının nasıl harcandığı, kimlere
verildiği, nasıl kullandığı üstüne upuzun bir külliyat var. Bugün Ahmet Turan Alkan bu konudaki bir hükmü de şöyle paylaşıyor:
“Zaman-ı saadette zekât tahsildarlarından bir zat, birçok mal
getirip bunların şu kısmı zekâttır, bu kısmı da bana hediye olarak
verildi, demekle Resul-i Ekrem Hazretleri, ‘Sizden biri babasının, anasının evinde otursa idi kendisine böyle bir hediye verilir mi idi?’ tarzında hitab buyurarak bu hediyelerin tahsildara ait olmayacağına işaret buyurmuştur.”
Elbette böyle menkıbelere ve hadislere ihtiyacımız yok. İslam
hukukunda hırsızlığın, yolsuzluğun ciddi suçlar olduğunu, kul hakkı
konusunda da önemli kurallar bulunduğunu biliyoruz.
Örneğin
Altın kaçakçılığı, kara para aklama, ayakkabı kutusunda para biriktirme,
takım elbisede rüşvet alma, Emniyet’e ait 1 milyar dolarlık bir
arazinin, Başbakan’ın oğlunun yöneticisi olduğu bir vakfa 400 milyon
dolara bahşedilmesi gibi uygulamaların bu sınırların çok ötesinde olduğunu anlamak için ilahiyat fakültesi mezunu olmak gerekmiyor.
İş böyle olunca karşımızda şöyle bir soru beliriyor. Bu rejim nasıl
bir rejim ki, hem demokratik ilkelerden tamamen muaf, hem de islami
akidelerden alabildiğine bağışık? Bu rejim nasıl bir rejim ki, hem 300
yıllık demokrasi deneyiminden hem de 1400 yıllık islam geleneğinden
uzak?
Öyle olunca herkes elbette tarih kitaplarını açıyor, bakıyor,
meşrebine göre Putin’e benzetiyor, Chavez’e benzetiyor, Suharto’ya, Kim
Jong İl’e gidiyor. Kabul, uygulama bazında benzetilecek çok örnek var.
Putin’in otokratları ile Erdoğan’ın çevresini benzetmemek mümkün değil.
Chavez’in popüler karizmatik lider kültü ile Erdoğan’ın yaptıkları da
yanyana konabilir. Ancak bu örnekler de bu rejimi tamamen ifade etmeye
yetmiyor. Karşımızdaki rejim yeni, gerçekten de “Türk tipi” bir şey.
Bu rejimin adı: Erdoğan İnşaat, Sanayi, Ticaret, Madencilik Anonim Şirketi
Bir anonim şirket 5 kişi tarafından kurulur. (Tayyip Erdoğan, Bülent
Arınç, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Cemil Çiçek) Belirli bir alanda
faaliyet gösterir. Yalnızca ortaklarına karşı sorumludur. Herkes hissesi
oranında oyunu kullanır. Bütün güç çoğunluk hissesine sahip olan
Yönetim Kurulu Başkanı’ndadır. Şirket yöneticileri ve çalışanları
elbette kendisinden sual soramaz. Hesap yıl sonundaki genel kurulda
verilir.
Bu tip şirketler, çeşitli alanlarda faaliyet gösterebilir, türlü
çeşit işlere girebilirler. Hukuk genel olarak dışarıdan alınan bir
hizmet, sözleşmeleri hazırlayan, bir takım görüşler sunan, işi kılıfına
uyduran veya dava açıldığında insanın tepesini attıran bir takım
kurallar dizinidir. Türkiye gibi bir ülkede faaliyet gösteren her tacir
zamanla hukuka saygı göstermemeyi, hukukun satın alınabilen, eğilen,
bükülen, güç karşısında yeniden düzenlenebilen bir takım engellerden
ibaret olduğunu öğrenir. Bu noktada
AKP’nin bu işi cemaate
outsource etmesi de çok şaşılacak bir gelişme değil beklenendir, tacir
bizzat kendisi yargı işiyle uğraşmaz bir “avukat”a verir.
Muhasebe, kişisel banka hesabını tutan, o hesaptaki artışla
başarıları ölçülen, temel mali kurallar da etrafından dolaşılması
gereken çukurlardır.
Ortaklara “hesap” verirken çok şeffaf olunması gerekmez, yıl sonunda durum pozitif ise pozitiftir ve pek kurcalanmaması gerekir.
Büyük bir şirkete sahipseniz, elbette belirli güvenlik elamanlarınız
da olacaktır. Bu elamanlar aynı zamanda sizin kabadayılarınız,
bodyguardlarınız olabilir ve canınızı sıkan insanları dövdürebilirsiniz.
Onlar size “hayır” demek için değil “emredersiniz” demek için vardır,
canınızı korurken aldıkları asgari ücret sebebiyle de şükranlarını her
dakika sunmak zorundadır.
“Beğenmezsen başka kapıya” dediğiniz çalışanlarınız, “daha ne
istiyorsun sana iş verdik” dediğiniz personeliniz, siz zenginleştikçe
kenardan taşanları yiyecek ve her yaptığınızın arkasında duracak yönetim
kurulu üyelerinizle, yıl sonunda temettüden payını alacak olan
hissedarlarınız da mutlaka olacaktır.
Böyle bir anonim şirket patronu medyanın da kendisini çok
kurcalamasını istemez. Ticari itibarını ve karını düşünür. Medya,
kendisi hakkında sürekli olumlu bir algı üretmesi gereken bir aparattan
ibarettir.
Onlar gereken yayınları yaptıkça daha fazla insan hisse senedi alacak, şirketin değeri artacak, güçlenecektir.
O yüzden medya mensuplarının “doğru yazıları” yazması için her türlü
yol ve yöntem “şirketin ali menfaatleri” için alabildiğine uygulanır.
Böyle
bir şirketin önceliği asla kamu hizmeti değil, kardır. İslamla veya bir akideyle bağlı olması gerekmez..
Karı arttıkça güçlenecek, güçlendikçe daha da ileriye gidecek bir
makine gibi temel bütün değerlerin üstünden paspas gibi geçilir. Büyüme,
gelişme, istikrar, sihirli kelimeler, yatırım ve kar temel odak noktası
olur.
Erdoğan bir ülke yönetmek istemiyor, bayağı büyük, çok ortaklı bir şirket yönetmek istiyor.
Bu şirket kar üstüne kar ettikçe elbette hissedarlarına belirli maddi
yardımlarda bulunabilir. Kömür, makarna, bulgur yardımı en nihayetinde
temettü dağıtımından ibarettir. Önemli olan bu şirketin çalışmaya ve kar
etmeye devam etmesidir.
Yolsuzluk yapsak yol yapabilir miydik! Evet bir inşaat şirketi yol
yapmayı önemser. Bu durumda kamu ihalelerini kazanmak, bunun için
komisyon vermek “normal” bir uygulamadır. Bir devlet adamı bununla
tatmin olmaz, ahlakilik arar, hukuku arar, kamu çıkarını gözetir ama bir
inşaat şirketi bunu çok iyi anlar.
Erdoğan İnşaat, Sanayi, Ticaret ve Madencilik A.Ş bugün bir çok
alanda faaliyet gösteren, çok güçlü ortaklardan oluşan bir holding.
Bağlı inşaat şirketleri, adamları, medya grubu, madencilik alanındaki
faaliyetlerini hepimiz biliyoruz. Ticaret ve Sanayi alanında devasa
yatırımları var. Üçüncü köprü, Marmaray, Havalimanı, Kanal İstanbul bu
şirketin alt taşeronlarına verdiği ve payını aldığı gözde projeleri.
Erdoğan sandıktan en büyük ihaleyi kazanıyor. Kamu
kaynaklarını kullanma yetkisini. Bu yetkiyi de şirketini büyütmek,
güçlendirmek, zenginleşmek için kullanıyor. Nasıl bir büyük
şirket aldığı projeyi bizzat kendisi yapmak zorunda değilse, nasıl alt
taşeronlara vererek işi bitirebiliyorsa Erdoğan da kendisine bağlı alt
taşeron şirketlere ihaleleri dağıtıyor, onlarla sermayenin dönüşümünü
sağlıyor, kazandığı paralarla hissedarlarına temettülerini dağıtıyor ve
her gün kendi şirketinin propagandasını yapabilmek için medyanın
karşısına çıkıp reklamları sunuyor.
Karşımızdaki yapının siyaset biliminde karşılığı yok. Çünkü siyaset
biliminin kapsamı içerisinde değil, bu iş ticaret hukukunun alanı.
Kamu ihale kanunu son 11 yılda 164 defa değiştirildi,
Sayıştay Kanunu bütünüyle değiştirilerek budandı, bütün bağımsız kamu
kurumları KHK’lar ile yürütme organına –Erdoğan’a- doğrudan bağlı hale
getirildi, bütün sermaye grupları, onlara bağlı olan medya grupları
zapturapt altına alındı. Neden? Çünkü Erdoğan İnşaat, Sanayi, Ticaret,
Madencilik A.Ş rekabet istemiyor!
Öyle ki, 14 Ağustos 2013 tarihli Wall Street Journal’ın şu haberi durumu gözler önüne seriyor:
“
Bakanlar Kurulu 2 yıldır imar gündemi ile toplanıyor
Resmi Gazete’de yayınlanan kararlardan derlenen verilere göre
2013’ün
ilk 6 ayında 346 karar alındı. Bunların 206’sını, başka bir ifadeyle
alınan tüm kararların yüzde 60’ını imar kararları oluşturdu. Benzer bir
eğilim 2012’de de görülüyor. Bakanlar Kurulu, 2012’de 618 karar alırken
bunların 253’ü imara ilişkin kararlardan oluştu.
İmara ilişkin kararların özellikle 2012 sonrasında Bakanlar
Kurulu’nun gündeminde ağırlıklık kazanması dikkat çekiyor. Örneğin,
2009’da kararların yalnızca yüzde 5’i imar ve gayrimenkullere ilişkindi.
Bu oran 2010’da yüzde 17’ye, 2011’de yüzde 23’e, 2012’de ise yüzde 41’e
çıktı.
Alınan imar ve gayrimenkul kararlarını, ‘acele’ kamulaştırma, alt
yapı ve kentsel dönüşüm, riskli alan belirleme, tahsis ve toplulaştırma
kararları oluşturdu.”
Ne diyor? Yol yaptık! Ne diyor? Yol yapmak için gerekirse Camii bile
yıkarız! Ne diyor? Havalimanı, Marmaray, Üçüncü Köprü, hayaldi gerçek
oldu!
Ali Ağaoğlu’nun meşhur reklamındaki gibi “Hep hayal ederdim 10. Kattaki bir evin bahçesi olur mu? YAPTIM OLACAK!”
Ağaoğlu bu açıdan yerine denk gelen bir örnek. Bu reklamın çekildiği alan halka aitti, Ağaoğlu’na verildi..
Ayazma’da oturan 1730 aile “kentsel dönüşüm” çerçevesinde evlerinden sürüldü,
naylon çadırların içerisinde yaşamak zorunda kaldı. Ödemeleri mümkün
olmayan borç taksitleri yüzünden evsiz, yersiz yurtsuz kalanların durumu
elbette Ağaoğlu’nun kalbine dokunmadı, eski Ayazmalıların evlerinin
yerine kondurulan ve en ucuzu 250 bin, en pahalısı 950 bin lira olan
Ağaoğlu MyWorld Europe Projesi ile Ağaoğlu servetini katladı. Büyük
patrona teşekkür ederken, şöyle diyordu: “
Bugün otobüse binecek
olsan paran olması gerekiyor. Sosyal devlet derken tabi onlara yardımcı
olacak ama insanlar da katkı sağlayacak.”
Ağaoğlu bir başka açıdan da son derece yerinde bir örnek. O
şirketini nasıl yönetiyorsa Erdoğan da Türkiye’yi öyle yönetmek istiyor.
Ağaoğlu nasıl inşaat projelerini tanıtıyorsa, Erdoğan da o şekilde
tanıtıyor. Ağaoğlu şirketi yönetirken nasıl islam akidelerini, hukuk
kurallarını, demokratik ilkeleri önemsemiyorsa Erdoğan da önemsemiyor ve
Ağaoğlu bir yargısal sürecin muhatabı olsa nasıl yırtmak için elinden
geleni yapacaksa Erdoğan’da elbette yapacak!
Dünyada hiç kimse bir inşaat şirketine ideolojisini sormaz. Hiç kimse
efendim bunlar demokrat mı, liberal mi, sosyalist mi, İslamcı mı diye
merak etmez.
AKP de bu sorulardan muaftır. İdeolojisizdir,
pragmatiktir, karı önceller, kamu kaynaklarını dağıtmak ve kontrol
etmekten daha büyük bir perspektifi yoktur. Sonu gelmeyen
rakamlar, TİM’den apartılmış 2023 hedefi ve çılgın projeler ancak
Ağaoğlu’nun reklam filmlerindeki gibi propaganda malzemesinden ibaret.
Bir inşaat şirketinin daimi dostları ya da düşmanları yoktur, kar
önceliği vardır. O yüzden Erdoğan Irak savaşına destek verebilir,
arkasından Putin’le elele verip, ABD’yi kendi üstünde operasyon yapmakla
suçlayabilir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin ortağıyım diye gerine gerine
gezinip sonra İsrail ile çatışma içerisine girip, İran’la Suriye üstünde
anlaşmazlığa düşüp o arada İran’a altın ihracatı işini Halkbank
üstünden ayarlayıp, bir yanda Başer Esad’a “zalim diktatör” derken diğer
yanda Sudan’da katliam yapmış Ömer El Beşir ile el sıkışabilir. Bir
inşaat şirketi ahlakla değil kar rakamları ile bağlıdır.
Sizin için nasıl bir gelecek hayal ettiklerini söyleyeyim. Bu
gelecekte size sadece iki yol var, hissedar olmak veya rakip şirketlerin
adamı olmak.
"Ya AKP’lisiniz ya da değilsiniz. Taraf olmayan bertaraf olur. Herkes
yerini seçsin!" Vaad ettikleri bu. Ya bu şirketin projelerini
destekleyecek, daha fazla kar etmesini sağlayacak, pek sesinizi
çıkarmadan kendi işinize bakacak ve patrona ölene kadar koşulsuz bir
biat edeceksiniz, ya da sizin üstünüzden dümdüz geçene kadar asla
durmayacaklar.
Sizden karakterinizi, insanlığınızı, onurunuzu istiyorlar. Bu
şirketin elemanı olarak her şeyi savunmak, her şeyi söylemek, dün ak
dediğinize bugün büyük bir aşkla kara demek ve sonra düğmeye basılır
basılmaz hemen aka dönmek zorundasınız. Kendi fikirleriniz yok, kendi
düşünceleriniz, inançlarınız konu dışı. Önemli olan şirketin -yani
patronun- çıkarları.
Sizden bir Meryem Gayberi, Nihal Bengisu veya Yıldıray olmanızı
istiyorlar. Sizi daha da aşağı düşürmek için he şeyi talep talep
ediyorlar. Dün BDP’li vekillerin tutuklanması için atılan nutukları
büyük bir heyecanla alkışlayacaksınız, bugün barış süreci propagandası
yapacaksınız, dün İmralı ile görüşen şerefsizdir denilirken içiniz
gidecek bugün İmralı ile sürdürülen görüşmeleri tarihi bir adım olarak
savunacaksınız, dün veya bugün yok, patronun çıkarları var.
Bütün ülke zapturapt altında Patronun verdiğine hamd edecek,
fazlasını istemeyecek, ne uygun bulursa onunla yetinecek. Medya
reklamları yayınlamak için var, okumak, düşünmek, yazmak boş işler,
zamanınız size ait değil, patrona ait. Bir işçi nasıl kendi hayatının
sahibi değilse, nasıl emeği ve zamanını satarak para kazanıyor ve bunun
karşılığında kabul görüyorsa Türkiye için de daha fazla özgürlük bahis
konusu değil.
Emeğinizi ve zamanınızı satacak, Erdoğan İnşaat
Sanayi Ticaret Madencilik Anonim Şirketi’ne çalışacak, şükürler üstüne
şükürler edecek, dönem sonunda da paşa paşa gidip elinizdeki oyu sevgili
patronunuza atacaksınız. Maazallah rakip şirketler kazanmasın, hepimiz batarız!
Mutlak Monarşi bile bir ilerlemedir. Kendi kuralları, dizini,
soylular sınıfı, tebaası, aşılmaz geçilmez ilkeleri vardır. Bir Mutlak
Monarşi’de bile kralı en azından denetleyebilecek ara kurallar, ruhban
sınıfı bulunur. Hayır, onu bile kabul etmeyecekler.
Tarihin gördüğü en alçakça sistemi bize öneriyorlar, bir devleti bir şirket, bir halkı personele indirmeyi istiyorlar.
Kimsenin sorgulayamayacağı, sorgulama aracı bulunmayan, kar odaklı,
hesap vermez, başına buyruk, her tür ahlaktan muaf bir anonim şirketin
parçası olmayı. Rasim Ozan’ların, Nagehanların ve Hüseyin Çelik’in
pazarladığı Yeni Türkiye’nin İstikbal mücadelesi bundan ibaret.
Erdoğan A.Ş’nin önünde ise siz varsınız. Hukuk isteyenler, adalet
isteyenler, özgürlüklere sahip olarak insan gibi yaşamak için mücadele
edenler. Ciğerlerinde biber gazı, sırtlarında cop izi, kalplerinde
kaybettiklerinin acısı olanlar. Bir parkta oturmak için sokakta TOMA’nın
önünde durmayı göze alanlar. Kitap okumak isteyenler, bir şarkıyı
dinlerken gözleri dolanlar, sevgilisiyle elele tutuşup sokaklarda gezip,
dudağından kocaman öpmek isteyenler. Sizler değiştirebilirsiniz.
Artık gökleri alçaklığın tüm icraatları sarmışken, yolsuzluk
dosyaları pespaye bir şekilde ortaya konulmuşken, devlet içerisine
yerleşmesine göz yumulmuş örgütler bizzat yerleştirenler tarafından açık
edilirken, yüzlerce insan insanlık onuruna aykırı davalarla tutsak
tutulurken, Türkiye’nin halleri bütün dünyaya malum olmuş ve bütün dış
yatırımcılar kaçmaya hazırlanırken, ahlakın, onurun, insanlığın,
medeniyet tecrübesinin tüm doğruları bir bir ortaya çıkıp ne kadar
pespaye bir yönetimle yönetildiğimizi bize apaçık ortaya çıkarken, tarih
kürsüsüne çıkıp şunu söyleyebiliriz:
“O koltuklarda çok uzun süre oturdunuz ve hiçbir şey yapmadınız. Allah aşkına hemen gidin!”
Leo Amery
Alıntıdır : http://aethewulf.tumblr.com/post/71436408387/yeni-turkiye-erdogan-insaat-sanayi-ticaret